Aile, mahremiyet ve ahlaki değerler ekran karşısında eriyor. Şaşırmıyoruz artık, sadece izliyoruz. Ama hâlâ geç değil, hâlâ mümkün.
Şaşırmak mı, Alışmak mı?
Bugün şaşkınlıkla izlediğimiz olaylara neden hâlâ şaşırıyoruz, bilmiyorum.
Her akşam televizyon karşısında ağzımız açık kalıyor, sosyal medya bildirimleriyle dehşete kapılıyoruz. Ama içten içe biliyoruz ki bu çöküş yeni değil, sadece gözümüzün önünde artık sahneye taşındı.
Beş çocuğunu alıp giden kadınlar, arkalarında dumura uğramış, hayrete düşmüş eşler bırakıyor. Bir zamanlar evin direği sanılan erkekler, artık kameraların önünde diz çöküp yakarıyor.
Aile mahremiyeti ekrana taşınmış, utanma eşiği kalkmış, çığlıklar ‘içerik’ olmuş.
Bir yanda "Annelerinden şiddet gördüm" diyen evlatlar, öte yanda “Ben sizi doğururken ölmeyi göze aldım” diyen anneler...
Vicdanla vicdansızlık aynı cümlede buluşuyor. Ama mesele yalnızca terk eden eşler değil artık. Mesele, artık “Kaynanasıyla kaçan damat” başlıklarını sıradan bir dedikodu gibi okuyup geçmemiz.
O da yetmezmiş gibi, “Kaynanasından hamile kalan damat” haberlerini ekran başında pes diyerek izlememiz.
Bir zamanlar filmlerde uçuk kaçık senaryo diye kurgulanan şeyler, artık haber bültenlerinde ‘son dakika’ olarak yer buluyor.
Kaybettiğimiz Değerler
Kim ne zaman bu kadar kontrolsüzleşti? Nerede kaybettik biz bu utanma duygusunu? Aile dediğimiz kutsal yapıyı kim, ne zaman, nasıl bu hale getirdi?
Ahlaki değerler bir zamanlar nesilden nesile aktarılan mirasımızdı. Şimdi? Gülünç bulunuyor, demode sayılıyor, hatta engel görülüyor. Saygının yerini şov aldı, sadakatin yerini geçici arzular, sorumluluğun yerini kaçışlar.
“Şaşırıyoruz” diyoruz ama aslında şaşırmıyoruz. Alışıyoruz. Normalleşiyor. Her skandal bir öncekini unutturuyor. Vicdanımızın ayarları bozuldu, toplumsal pusulamız şaştı.
Ve biz hâlâ soruyoruz: Bu hale nasıl geldik?
Cevabı aslında çok basit: Biz bu hale gelirken sadece baktık, sadece izledik. Ama hiçbir zaman yeterince yüzleşmedik ve en acısı, hâlâ neden şaşırdığımızı bile bilmiyoruz.
Yüzleşmek ve Onarmak
Ama hâlâ geç değil.
Aileyi yeniden kıymetli kılmak bizim elimizde.
Utanmanın kötü bir şey değil, aslında insan kalmanın en temel işaretlerinden biri olduğunu hatırlatmak bizim görevimiz.
Mahremiyeti korumak, sadakati yüceltmek, sevgiyle sorumluluğu aynı cümlede kurmak zorundayız.
Ekranlarda rezillikler yarışırken biz, evlerimizde edebi, ahlâkı ve merhameti yeniden gündeme almalıyız.
Çocuklarımızı yalnızca besleyerek değil, değerlerle büyüterek koruyabiliriz.
Toplumun ar damarını onaracak olan yine biziz. Çünkü bu toprakların mayasında hem hayâ vardır hem umut.
Unutmayalım; ne kadar geç olursa olsun, doğru olanı seçmek için hiçbir zaman geç değildir.